Dr. Erkan Aydoğanoğlu
15-16 Haziran işçi direnişi, gerek öncesinden başlayan işçi eylemlerinin birikimi üzerinden gerçekleşmiş olması, gerekse sınıf mücadelesi açısından ortaya çıkardığı dersler açısından Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli, en öğretici direnişlerinden birisidir.
SUNU:
1970’te yaşanan 15-16 Haziran direnişi, Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük eylemlerinden biri. Bu büyük direniş, talepleri için birleşmiş işçi sınıfının neler yapabileceğini göstermesi açısından oldukça önemli. Çünkü 1967-1970 arası, aynı zamanda mücadeleci sendikal anlayışın hakim görüş haline geldiği bir dönem. Patronlara, hükümete ve sendikal bürokrasiye korkulu anlar yaşatan 15-16 Haziran direnişi, bugün yakıcı bir şekilde tartışılan “Nasıl bir sendikal anlayışa ihtiyaç var” sorusunun yanıtını da veriyor.
Bu büyük direniş, öncesi ve sonrasıyla 40 yıl sonra da sınıf mücadelesine ışık tutmayı sürdürüyor.
...
15-16 Haziran işçi direnişi, gerek öncesinden başlayan işçi eylemlerinin birikimi üzerinden gerçekleşmiş olması, gerekse sınıf mücadelesi açısından ortaya çıkardığı dersler açısından Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli, en öğretici direnişlerinden birisidir. Bu önemli işçi direnişini farklı yapan, dönemin sendika yönetimlerine rağmen, işçilerin mücadeleci kimliklerini cesaretle açığa çıkarması ve birleşen işçilerin kendi güçlerinin farkına vardıkları zaman neler yapabileceklerinin açık bir şekilde görülmüş olmasıdır. Bu özellikleri nedeniyle 15-16 Haziran işçi direnişi, aradan geçen 40 yıla rağmen hatırlanan, bugünkü genç işçi kuşağı ve sendikacılar için de önemli mesajlar içeren zengin bir deneyim olarak dikkat çekmektedir.
Türkiye’de 1960 sonrası, işçi sınıfı mücadelesinin, dönemin ekonomik-siyasal gelişmelerinin de etkisiyle canlandığı; işçi, köylü ve öğrenci gençlik mücadelesinin hızla yükselmeye başladığı bir dönem olarak yaşanmıştır. Bu dönemde, tek tek işyerlerinde yürütülen mücadelelerde giderek bilinç düzeyi yükselen yeni ve mücadeleci bir işçi kitlesinin ortaya çıkması, işçi eylemlerinin artmasını ve yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir. 1960’lı yılların başlarına kadar örgütsel ve siyasal olarak sermaye güçlerinin ve onun uzantısı olan sendika bürokrasisinin denetiminde olan işçi sınıfı, sermayeden ve onun ideolojisinden bağımsızlaşma yolundaki en ciddi adımlarını, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren atmaya başlamıştır.
MÜCADELECİ SENDİKALAR KURULDU
24 Temmuz 1963 tarihinde çıkarılan 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu sonrasında işçilerin örgütlenmesinde ciddi bir canlanma yaşanmıştır. 274 sayılı Sendikalar Yasası, sendikalara işyeri esasına göre örgütlenme kolaylığı getirdiğinden, bir işyerindeki işçileri örgütleyen tek bir sendika bile, işletme ve işkolu barajı olmadığından, o işyerinde yetkili sendika olarak toplusözleşme yapabilmiştir. Bu durumun en belirgin sonucu, sendika sayısının hızla artması olmuştur. Kimi işyerlerinde patronlar kendilerine bağlı sarı sendikalar kurdururken, çok sayıda işyerinde işçilerin çıkarları doğrultusunda hareket eden mücadeleci sendikalar kurulmaya başlanmıştır.
1967 yılında Türk-İş’in benimsediği sendikacılık anlayışını eleştirerek DİSK’in kuruluşunu ilan etmesinin ardından, işçi sendika hareketinde o döneme kadar görülmemiş bir hareketlilik yaşanmıştır. Türk-İş’in “partiler üstü” ve sınıf iş birlikçi politikasına karşı olduğunu ilan eden DİSK, o dönemde işçi sınıfının mücadeleci kesimlerini kendisine çekebilmiştir. DİSK’in özel sektör ağırlıklı olarak örgütlenmesi ve işçilerin her işyerinde örgütlenebilmek için yoğun mücadeleler içine girmesi, o dönemde DİSK’in örgütlü olduğu işyerlerinin büyük bölümünde mücadeleci işçilerin ve işyeri temsilcilerinin öne çıkmasını sağlamıştır.
KİTLESEL EYLEMLER
1967-1971 dönemi, Türkiye işçi sınıfının ülke çapında tüm işkollarını kapsayacak şekilde gerçekleştirdiği yaygın ve kitlesel eylemlerle dolu bir dönemdir. Bu dönemde gerçekleşen eylemler, gerek katılan işçi sayısı, gerekse eylemlerin biçimi ve niteliği açısından farklı özellikler göstermiştir. İşçilerin işyerinde, evinde, mahallesinde, kısacası tüm ekonomik-sosyal-kültürel yaşamında ortaya çıkan ilişkilerden beslenen ve bu ilişkileri biçimlendiren dönemin işçi eylemleri, işçi sınıfı mücadelesi açısından önemli ve zengin deneyimler ortaya çıkarmıştır.
1967’de işyeri eylemleri ile başlayan işçilerin sendikalaşma mücadelesinin, 1968’den itibaren biçim değiştirmeye başladığı görülür. 1968’de başlayan ve 1971’e kadar devam eden bu dönemin en belirgin ve ayırt edici özelliği, işçi eylemlerinin en sert ve öğretici pratiklerinden birisi olan fabrika işgallerinin yaygın bir şekilde yaşanmış olmasıdır.
FABRİKA İŞGALLERİ
15-16 Haziran direnişinin altyapısını hazırlayan dönemin grev, yürüyüş ve işyeri işgal eylemlerinin temel dayanağı, orta ve büyük ölçekli fabrikalarda çalışan ileri, mücadeleci işçilerin kararlılığı ve azmi olmuştur. O dönemde DİSK’e bağlı sendikaların işyerlerini ve işyeri çalışmasını temel alan örgütlenme politikalarını benimsemiş olması, mücadeleden yana işçilerin yüzünü DİSK’e ve DİSK’e bağlı sendikalara çevirmesini beraberinde getirmiştir.
İşyerleri temelli olarak gerçekleştirilen sendikal örgütleme çalışmaları, özellikle o dönemde köyden kente yeni göç etmiş olan genç işçilerin bilinçlenmesi ve sınıf çıkarlarının farkına varmasını sağlamıştır. O dönemde DİSK’e bağlı Türkiye Maden İş ve Lastik-İş sendikaları tarafından yapılan işçi eğitimleri, işçilerin mücadeleci yönünün öne çıkmasında ve örgütsüz işçilerin kitleler halinde örgütlenerek sendikalara katılmasında etkili olmuştur.
15-16 Haziran direnişine giden yolda gerçekleşen ilk önemli fabrika işgali 1968 yılında DİSK’te örgütlenmek isteyen 1200 işçi tarafından Derby fabrikasında gerçekleştirilmiştir. Bu işgal sonrasında anayasal haklarına sahip çıkan işçiler arasında işyeri işgalleri bir anda en çok başvurulan eylem biçimi haline gelmiştir. 1968-1971 yılları arasında büyüklü küçüklü otuzdan fazla fabrika işgali yaşanmıştır. Derby işgalinin ardından Kavel Kablo Fabrikası (1968), Singer Fabrikası (1969), Türk Demir Döküm Fabrikası (1969), Alpagut Linyit İşletmeleri (1969), Sungurlar Fabrikası (1970), Gunterm Kazan Fabrikası (1970), Gislaved Fabrikası (1971) gibi çok sayıda fabrikada bazıları birkaç saat, bazıları üç ay süren işgaller yaşanmıştır.
15-16 HAZİRAN’IN GELİŞİ
Fabrika işgallerinin yaygınlaştığı 1970 yılında iktidarda olan Adalet Partisi (AP) ve dönemin Türk-İş yönetimi, yaygınlaşan işçi eylemleri ve fabrika işgalleriyle giderek güçlenen ve DİSK’te ifadesini bulan mücadeleci anlayışı etkisiz hale getirmek amacıyla 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nda değişiklik yapmak istemiştir. Yasa değişikliği ile sendikaların kurulması aşamasında aynı işkolundaki sigortalı işçilerin üçte birinin üyeliği yanı sıra federasyonların kurulmasında aynı işkolunda kurulmuş en az iki sendikanın kararı ve o işkolundaki sigortalı işçilerin en az üçte birinin üyeliği şartı getirilmiştir. Yasada ayrıca, sendika kuracak işçilerin o işkolunda en az üç yıl fiilen çalışmış olması şartı getirilmiştir. Yasa değişikliği, iktidardaki Adalet Partisi ve muhalefet partisi CHP’nin oylarıyla meclis’ten geçirilmiştir.
DİSK’i ve DİSK’e bağlı sendikaları tamamen etkisiz hale getirmek için yapıldığı açıkça belli olan bu değişikliğe işçilerin tepkisi çok sert olmuştur. 15-16 Haziran 1970’de İstanbul ve Kocaeli merkezli olarak yapılan kitlesel yürüyüş ve eylemlerle yapılan düzenleme, işçiler tarafından protesto edilmiştir. Eylemler sadece DİSK üyesi işçilerle sınırlı kalmamış, Türk-İş’e bağlı sendikaların ve bağımsız sendikaların örgütlü bulunduğu çok sayıda fabrikadan işçiler, 15-16 Haziran’da tepkilerini göstermek için alanlara çıkmıştır.
15-16 Haziran eylemlerine katılan işçi sayısının fazlalığı, başka sendikalardan ve sendikasız işçilerden katılımların yoğun olması, o dönemdeki eylemlerin yaygınlaşmasında, sendikaların işyerlerine dayanması ve gücünü işyerlerinden almasının ne kadar önemli olduğunu göstermiştir.
EYLEM HIZLA BÜYÜDÜ
15 Haziran 1970 günü yapılan gösterilere katılan işçilerin işyerleri, çoğunluğu DİSK’e bağlı sendikalara üye olan işçilerin çalıştığı yerler olmuş ve ilk gün İstanbul ve İzmit yoğunluklu olarak 115 işyerinden 80 bin civarında işçi eylemlere katılmış, çok sayıda fabrikada üretim durdurularak işçiler alanlara akmıştır. İstanbul ve Kocaeli’nde yürüyüşler devam ederken, Ankara ve İzmir’de de kitlesel oturma eylemleri ve işyeri işgalleri yaşanmış, çok sayıda işçi fiilen üretimi durdurarak çalışmamıştır. Direnişi yönetmek amacıyla kurulan “Anayasal Direniş Komiteleri” eylemlerin organizasyonunu sağlamaya çalışmış, ancak birçok yerde işçilerin kendiliğinden gelişen tepkileri eylemlerin hızla büyümesini ve yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir.
16 Haziran’da eylemler daha da büyümüş ve yaygınlaşmış, Türk-İş’e bağlı sendikalara ve bağımsız sendikalara üye olan çok sayıda işçi, eylemlere aktif olarak katılmıştır. 168 fabrikadan ve 100 bini aşkın işçiyle devam eden direniş nedeniyle İstanbul’da, Gebze’de ve İzmit’teki fabrikalarda üretim büyük ölçüde durmuştur. Her tarafta işçiler çeşitli yürüyüşler ve mitingler düzenlemiş, İstanbul valiliği kuşatılmış, işçiler panzerlerin ve silahlı askerlerin üzerine yürüyerek sendikal haklarına sahip çıktıklarını göstermişlerdir. Eylemler sırasında 3 işçi öldürülmüş, olaylar ancak 16 Haziran’da eylemlerin yaşandığı illerde sıkıyönetim ilan edilmesiyle durdurulabilmiştir.
Eylemlere katılan işçi sayısı, özellikle 15-16 Haziran direnişi sırasında başka sendikalardan ve sendikasız işçilerden katılımların boyutu, işgalleri de içeren eylem biçimlerinin hızla yaygınlaşması, işçilerin o zamana kadar biriken öfkesi ve enerjisinin, dönemin sendikal örgütlülüğünü aşan bir içerikte ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. 15-16 Haziran eylemlerinin, DİSK yönetiminin böylesi bir kararı olmamasına rağmen gerçekleşmiş olması, hatta dönemin DİSK yönetiminin bu iki gün içinde yaşananlarla herhangi bir ilgisi olmadığını yetkili makamlara bildirmesi, 15-16 Haziran direnişinin büyük ölçüde işçilerin ve mücadeleci sendikacıların etkisiyle gerçekleştiğinin en önemli kanıtıdır.
ALPAGUT DENEYİMİ
Fabrika işgal eylemleri, işçiler açısından pek çok yönden eğitici ve öğretici deneyimler ortaya çıkarmıştır. Özellikle uzun süren fabrika işgallerinde işçiler, fabrikayı kendileri yönetmiş, işgal boyunca fabrikanın üretim ve kazancını devam ettirerek işçilerin fabrikayı nasıl yönettiğini gösteren özgün yönetim deneyimleri ortaya çıkarmıştır. Örneğin 1969 yılında Çorum’da, DİSK’e bağlı Türkiye Maden-İş’in örgütlü olduğu Alpagut Linyit Madeni İşletmesi, sendika karşı çıkmasına rağmen işçiler tarafından işgal edilip, bir aydan fazla süreyle işçilerin denetiminde çalıştırılmıştır. Ücretlerinin yaklaşık 2.5 ay ödenmemesi üzerine 800’e yakın maden işçisi, fabrikayı işgal ederek direnişe geçmiştir. İşgalle birlikte fabrikadaki üretim işçiler tarafından yeniden düzenlenmiş ve ilk olarak, işletmedeki tüm işçilerin yer aldığı bir “İşçi Genel Kurulu” oluşturulmuş, ardından üretimi yönetecek bir ‘İşçi Konseyi’ seçilmiştir. O zamana kadar patronun yönetimi altında zarar eden fabrika, işçilerin yönetimi altına girdikten kısa bir süre sonra kâr etmeye başlamıştır. Başlarda işgale karşı çıkan sendika yönetimi, işçilerle yaptığı toplantı sonunda direnişe katılmıştır. İşgal boyunca işçi aileleri ve Çorum halkının, dışarıdan işçileri yoğun şekilde desteklediği görülmüştür. Fabrikanın kâr etmeye başlamasından kısa bir süre sonra işgal, jandarma baskınıyla sonlandırılmıştır. Alpagut Linyit Madeni işgali, işçilerin bu eylemleriyle patronlar olmadan da üretebileceklerini, ürettiklerini eşitçe paylaşabileceklerini, fabrika yönetim işini patronlardan çok daha başarılı yapabileceklerini gösteren öğretici bir deneyim olmuştur.
DİRENİŞİN SONUÇLARI
15-16 Haziran olayları sonrasında, yüzlerce fabrikadan eylemlere katıldığı tespit edilen işçiler işten atılmış, direnişin içinde aktif olarak yer alan işçiler ve sendikacılar uzun süre yargılanmışlardır. Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) başvurusuyla yasa değişikliğini iptal eden kararı ile kapanmaktan kurulan DİSK, 1967-1971 döneminde izlediği işçi inisiyatifine dayanan, mücadeleci sendikal çizgiyi sonraki yıllarda aynı ölçüde sürdürememiştir.
15-16 Haziran direnişinde ve direniş öncesinde gerçekleşen eylemlerin temelini, işçilerin örgütlenme haklarına sahip çıkması ve sendika seçme özgürlüğünü cesaretle savunması oluşturmuştur. Bu dönemde gerçekleşen işçi eylemleri, işverenle onların çıkarları doğrultusunda uzlaşmayarak, işçi sınıfının çıkarlarını gerçekten savunan ve mücadeleciliği ile işçilerin güvenini kazanan sendikalarına sahip çıkmak amacıyla yapılmıştır.
15-16 Haziran işçi direnişi, 1960’lara kadar sermayenin egemenliği altında tutulan ve yönlendirilen işçi sınıfının ilk kez yasal sınırları aşan, meşruluğunu kendi özgücü ve haklılığında bulan bir sınıfın kendisine olan güveni ifade eden önemli bir deneyim olarak Türkiye işçi sınıfı tarihindeki yerini almıştır. İşçi sınıfı kendi birleşik örgütlülüğüne ve özgücüne dayanıp, her türlü yasal ya da fiili engeli kitlesel eylemliliği ile aşacak bir mücadeleci sınıf çizgisini kendisine kılavuz edinmedikçe, kazanımları korumanın ve yeni kazanım elde etmenin mümkün olmadığı, bu tarihi direnişten çıkarılan/çıkarılması gereken en önemli derstir.