Gökhan Durmuş
15-16 Haziran Direnişinin bedelini ödeyenlerden birisi de Sırrı Öztürk. Direnişin ardından işten atılan ve bir daha fabrikalarda iş bulamayan 5 bin sınıf bilinçli işçiden birisi.
15-16 Haziran Direnişinin bedelini ödeyenlerden birisi de Sırrı Öztürk. Direnişin ardından işten atılan ve bir daha fabrikalarda iş bulamayan 5 bin sınıf bilinçli işçiden birisi. 1963 yılında girdiği Kocaeli Derince’deki Türk Kablo fabrikası işçilerinden. Direnişe Kocaeli’de katılan Sırrı Öztürk bugün Sorun Yayınları Kolektifi sahibi ve yönetmenliği görevini yapıyor.
Türkiye’de ilk sendikal örgütlenmelerin başladığı 1946 yılından beri mücadelenin içinden hiç kopmamış. İşçi sınıfının sendikal ve siyasal birliği mücadelesi nedeniyle daha önceleri de cezaevi ile tanışan Sırrı Öztürk 15-16 Haziran Direnişinin ardından da tekrar cezaevine girdi. Bu kez cezaevi yaşamı 3.5 ay sürdü.
Sırrı Öztürk ile 15-16 Haziran Direnişine işçi sınıfının nasıl geldiğini, bu direnişin nasıl örgütlendiğini ve neler yaşadıklarını konuştuk.
TÜRK-İŞ BARAJ KURUYORDU
“İşçilerin 1946’daki arayışlarından sonra Türkiye Sendikalar Birliği İstanbul’da kuruldu. Sonra Kocaeli’de, Adana’da, Diyarbakır’da kuruldu. Daha sonra iki tane de legal sosyalist parti kuruldu. Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile Türkiye Sosyalist Partisi. Gerek Sendikalar Birliği gerekse bu iki parti işçi sınıfından yana oldukları için o günkü iktidarı korkutmuştur. Bizler o günkü sürecin içinde de yer aldık. DİSK’ten önce Sendikalar Arası Dayanışma Anlaşması (SADA) kuruldu. SADA sendika farklılığı gözetmeden işçi sınıfının sendikal birliğini tabanda savunan ve gerçekleştiren bir örgütlenmeydi.
DİSK’in taban örgütlenmesinde olduğu gibi, ayrıca 1. Türkiye İşçi Partisi’nin tabandaki kurucularından birisiyiz. Her ne kadar TİP’i 12 tane sendikacı kurdu gibi gözükse de bunun mutfağında da sınıf bilinçli işçiler oldu” diyen Öztürk, işçilerin ciddi sıkıntılar yaşadıkları bir süreçte hem sendika kurma çalışmaları hem de siyasi örgütlenmeler içine girdiklerini anlatıyor. Türk-İş’in işçi sınıfının sendikal birliğinden yana değil bakan odalarında uzlaşmacı toplusözleşmelere imzalar attıkları dönemde Türk-İş’e bağlı mücadeleci 6 sendikanın çeşitli oluşumlar kurma girişimlerinde bulunduklarını hatırlatan Öztürk, Türk-İş’in bu sendikaların mücadelesini de baltaladığını, adeta baraj görevi gördüğünü ifade etti.
1961 Anayasası’nda da yer alan toplusözleşme ve grev haklarına ilişkin yasayı o günkü Çalışma Bakanı Bülent Ecevit’in bahşettiğini söyleyenlerin olduğunu belirten Öztürk, “Aslında bu yasa yani 274 ve 275 sayılı Sendikalar ve Toplusözleşme Yasaları işçi sınıfının mücadelesinin sonucunda çıkartıldı. İşçi sınıfına bahşedilmedi. 31 Aralık 1960’da 200 bin işçi sendika ve grev hakları için Saraçhane’deki o tarihi mitingi yaptı. İşte bu miting ve diğer mücadelelerin ardından Bülent Ecevit o yasayı çıkartmak zorunda kaldı. Bu yasada da görece iyi haklar tanındı. Kısıtlı da olsa grev hakkı verildi ama patronlara da lokavt hakkı tanındı” dedi.
DİSK UMUT OLMUŞTU
13 Şubat 1967’de Türk-İş’ten ayrılan sendikaların DİSK’i kurduğunu hatırlatan Öztürk, DİSK kurulurken itirazları şöyle sıralamışlar; “Türk-İş’i ele geçirme imkanı var. Bunun maddi zemini ve örneği SADA’nın oluşumu ve eylemleridir. İşçi sınıfının sendikal birliğini bozmayalım’ dedik. Yine ayrıca ‘Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu adıyla sendika olmaz’ dedik. İlerici ya da Genel İşçi Konfederasyonu isimlerini önerdik. Çünkü sendikaların görevi devrim yapmak değildir, siyasi partiler devrim yapar. Ayrıca ‘Kırmızı rengimizi Türk-İş’e niçin bağışlıyoruz neden mavi rengi kullanıyoruz?’ türünden önerilerimiz de olmuştu, DİSK kurulurken.” DİSK kurulduktan sonra işçi sınıfının sendikal birliği konusunda ciddi oranda adımlar atıldığını, grev, toplusözleşme, işyeri işgali, miting ve yürüyüşler yapıldığını, böylelikle DİSK’in üye sayısının kısa sürede 30 bine çıktığını, yaptığı grevlerle, imzaladığı toplusözleşmelerle adından söz ettirir duruma geldiğini belirten Öztürk, DİSK’in bu yükselişinin ülkeyi yönetenleri korkuttuğunu belirterek, “Sosyalist hareketin yükselişi de onları panikletti. Erzurum’da gerçekleştirilen Türk-İş kongresinde bakanlar ‘DİSK’in çanına ot tıkayacağız’ derken aynı zamanda sosyalist hareketi kastediyorlardı” dedi. Burjuvazinin 274 ve 275 sayılı Yasaları daha geri noktaya getirerek işçi hareketini bölmeyi amaçladığını söyleyen Öztürk, “Çıkartılmak istenen yasa ile toplam sendikalı işçilerin üçte birini üye yapabilen sendikaların ayakta kalabilmesi öngörülüyor ve konfederasyon kurma hakkı kabaca engelleniyordu. Ayrıca uluslararası sendikalarla örgütsel ilişki kurulması yasaklanıyordu ve o günkü AP iktidarı bu türden yasal düzenlemeleri yaparken utanmadan ‘Sendika enflasyonunu gidermek için’ bunu yaptığını söylüyordu” dedi.
15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ BİR YIL ÖNCESİNDEN ÖRGÜTLENDİ
DİSK yöneticilerinin 274 ve 275 sayılı Yasalarda değişiklik yapılacağı gündeme gelince çeşitli temaslarda bulunduklarını, Cumhurbaşkanı ile Meclis’teki siyasi partilerle, Meclis başkanıyla, hatta MİT yetkilileriyle de çeşitli görüşmeler yaptıklarını, getirilmek istenen yasal düzenlemelerle doğacak sonuçları gazetelerle kamuoyuna duyurulduğunu söyleyen Öztürk, bir yıl öncesinden başlayan çok yönlü çalışmaların yürütüldüğünü, yarı yasal Anayasa Direniş Komiteleri’nin kurulduğunu ve bu komitelerin işçi ve emekçilerin yoğun bulunduğu her yerde, semtlerde, gecekondularda ev ev, fabrika fabrika dolaşıp bu yasanın çıkmasıyla işçi sınıfının haklı taleplerinin, sendikal ve demokratik haklarının nasıl ellerinden alınacağını anlatıp işçi sınıfını tabanda örgütleyerek muhtemel eyleme hazırladıklarını dile getirdi. “Bu yasalar Meclis’ten çıkınca DİSK başkanlığı örgütlü olduğu bütün işyerlerindeki sendika temsilcilerini ve baş temsilcilerini toplantıya çağırdı. 13-14 haziran 1970 günleri Merter’deki Lastik-İş Sendikası lokalinde bir toplantı düzenledi. Ben o toplantıya katılmadım. Çünkü o günkü örgütlerimiz olan Kocaeli Devrimci İşçi-Köylü Birliği’nin kadroları olan bizler sadece 274 ve 275 sayılı Yasalara karşı değil, işsizlik ve pahalılığı yaratan NATO’cu politikaları ve kapitalizmi karşıya alarak genel bir direnişi örgütleyelim önerisinde bulunduk. Sendikacılar ise, sendikacılık mesleklerinin ellerinden gideceği kaygısını taşıyordu. Bizim devrimci ütopyalarımız vardı. İktidarı hedefliyorduk ve bunun zemini de vardı. İşçiler, köylüler, emekçiler, işsizler, ilerici-devrimci gençlik, aydınlar, yoksul köylülük ve Kürt halkı içinde ciddi çalışmalar yapılıyordu. Şu örneği vermek isterim Türkçe bilmeyen insanlarımızın memleketlerinde DİSK’in eylemleri onları o kadar etkilemişti ki dağlara taşlarla DİSK yerine DİKS yazmışlardı. O zamanki TİP’de , DİSK’de bu olgunun hangi manaya geldiğini ne yazık ki göremedi. DİSK yöneticileri Merter toplantılarındaki konuşmaları kasete aldılar. Tabii işçiler doğal olarak yasalara uygun konuşmadılar, karakolları basacağız, vilayetlere gideceğiz, tutuklanan arkadaşlar olursa hapishanelerden onları kaçıracağız gibi ifadeleriyle DİSK yöneticilerinin teyp ile tespit ettiği kasetleri doldurdular. 15-16 Haziran’ın bütün iddianameleri o kaset kaydına dayandırıldı. Sendikacılar yaptıkları anayasaya ve yasalara uygun konuşmalarıyla kendilerini korumuştu. Sonradan bir sendikacı bu ses kayıtlarını içeren kaseti polis ve sıkıyönetim ilgililerine teslim etmişti” diye konuştu.
MİTİNG YAPILACAKTI DİRENİŞE DÖNÜŞTÜ
Bu toplantıda DİSK yöneticilerinin plan ve düşüncelerinin 15-16 Haziran günü tüm işyerlerinde üretimi durdurmak, 17 Haziran’da da Taksim’de yasal bir miting yapmak olduğunu ifade eden Öztürk, bunun için vilayete başvuru dahi yapıldığını hatırlattı. Öztürk, “DİSK yöneticileri daha sonra kalktılar, ‘Biz demokratik yoldan bir şeyler yapacaktık, fakat işçiler kendiliğinden eylem yaptı, yoksa biz Taksim’de yasal bir miting yapacaktık’ dediler. Oysa bu direniş kendiliğinden falan değildi, siyasi içerikli bir hareketti, organizeydi ve bir iç örgütlülüğe dayanan bir hareketti. 15-16 Haziran Direnişi’ni tabanda ören bu kadrolar sendikacı bürokratların yan çizmesine rağmen gerek eylemde, gerek poliste, gerek işkencede, gerekse mahkemelerde devrimcilere yakışan davranışlarda bulunmuş, hem sosyalizmin onurlu sesini haykırmış hem de Direniş’in tarihsel-sosyal haklılığını savunmuşlardır. Bu işçilerden birisi de benim. İşçiler 15-16 Haziran mahkemelerinde haklılıklarını savunmuş, fakat sendika bürokratları ise bunu yapamamıştır, zaten onlardan bunu yapmaları da beklenemezdi” diye konuştu.
Öztürk, 15-16 Haziran günü Gebze, Kocaeli, Adapazarı hattında olduğunu belirterek, “15 Haziran’da Gebze’den bir yürüyüş kolu başladı, bir yürüyüş kolu da Sakarya’dan Kocaeli’ne doğru başladı. Gebze tarafından gelen yürüyüş kolunu bekledik bizim çalıştığımız Türk Kablo fabrikasında. Bu yürüyüş kolu hangi fabrikanın önüne gelse onlar da üretimi durdurarak dışarı çıkıp yürüyüşe katılıyordu. Türk Kablo işçileri de Direniş’e katıldı. Kocaeli’de çocuk parkı denilen yerde miting yapıldı. 16 Haziran’da da aynı şekilde buluşulacağı sözü alındı. Kocaeli’de daha fazla katılımı SEKA’nın sağcı sendikacıları engelledi. 8 bin SEKA işçileri de katılamadı, 1500 civarında TEKEL işçilerinin katılması da engellendi. Gölcük’teki Donanma Komutanlığı’na bağlı Tersane işyerinde de 5-6 bin işçi vardı. Onları da gerici sendikacılar engelledi. Lastik-İş Sendikası şube yöneticileri de Rıza Kuas’ı dinlemedi, 1. günkü direnişe katılmadılar. Bunun üzerine ikinci gün önce Pirelli sonra da Goodyear fabrikasına gidildi ve direnişin gereği işçilere anlatıldı. Böylece çok büyük bir kitle Kocaeli’ye doğru yürüdü ve asker barikatı ile karşılaşıldı. Barikat işçi seliyle iki kez aşılırken tutuklanan işçiler oldu. Onlar Emniyet Müdürlüğü hücrelerinden alındı ve tekrar çocuk parkına doğru gelindi. 16 Haziran’da Gebze’nin bir kısmı İstanbul’a yürüdü bir kısmı Kocaeli’ye yürüdü. 16 Haziran akşamı sıkıyönetim ilan edildi. Biz kaçabilirdik ama bunu yapmak istemedik” diye konuştu.
BİRDAHA İŞ BULAMADI
Aslında kalifiye bir elemandı Sırrı Öztürk. Makine ressamıydı. 15-16 Haziran direnişinin ardından bir daha hiçbir yerde iş bulamadı. “Benim siyasi düşüncemi bilen, sendikal faaliyetlerimi bilip de işe almak isteyenler oldu. Bu türden iş bulduğum ve çalışmaya başladığım bir gün daha bitmeden MİT kapıya geldi ve ben işten atıldım. Sendikacılar da bizlerin iş bulması için hiçbir çaba göstermediler. Sendika bürokratları da, Vehbi Koç’da, MESS’de bizlerden kurtuldu böylelikle. 15-16 Haziran’ı tabanda örgütleyen 5 bin işçi bir daha hiçbir yerde işe alınmadı. Yurt dışına çıkanlar, işportacılık, pazarcılık yapanlar oldu” diyen Öztürk, mücadeleyi bırakmadığını daha sonra “Biz bu Direniş’ten parti dersini çıkarmıştık. İşçi sınıfının siyasi birliğini gerçekleştirmek amacıyla 28-29 Ekim 1971’de, Ankara’da, tüm proletarya devrimcilerinin katıldığı ‘Proleter Devrimci Kurultay Hareketini’ örgütledik, Bende bu kurultaya başkanlık yaptım ve daha sonra tutuklandım” dedi.
MÜCADELE BİTMEDİ AYLARCA DİRENİŞLER DEVAM ETTİ
Bu iki günün ardından da eylemlerin bitmediğini, yaklaşık 4 ay boyunca eylemlerin, direnişlerin devam ettiğini aktaran Öztürk, “Mesela Vinleks fabrikası 3.5 ay süreyle üretimi durdurdu. 1946 Sendikalar Birliği’nin de örgütleyicilerinden Ahmet Top arkadaşımız bu eylemin öncüsüydü. Önemli bir işçi önderiydi ama kimse şimdi ismini anmıyor. 3.5 ay boyunca işçiler fabrikada kart bastı oturdu. Pancar Motor, Sungurlar, Demir Döküm’de de eylemler yapıldı. Zaten bu eylemler yayılma istidadı gösterdiği için Silahlı Kuvvetler imdada çağrılmış ve Sıkıyönetim ilan edilmişti. Sendikacılar Ecevit’e selam sabah gönderdiler ve sonunda sistemle uzlaştılar. Bu eylemlerin günahını işçi sınıfının üzerine yıktılar. Biz böyle yapmayacaktık dediler. Fatura 5 bine yakın işçiye çıkartıldı. Direniş’in omurgası olan bu sınıf bilinçli işçiler bir daha hiçbir iş yerine alınmadı ve iş bulamadılar. Direnişi örgütleyen işçiler hüküm giydi. Sendikacıların yargılandığı ‘Büyük Dava’14 yıl sürdü ve beraatla sonuçlandı. 3.5 ay süren Sıkıyönetim süresince Kartal Maltepe Cezaevinde kaldık. Mahkememiz sivilde devam etti. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefetten hüküm giydik” diye konuştu. Bu eylemlere katılan bir arkadaşının anısını Öztürk şöyle anlattı, “Mustafa Figen T. Maden-İş Sendikası’na bir işyerini örgütlediği için işten atılan bir arkadaşımız. Daha sonra Kartal Belediyesi’nde tuvalet temizliği işini bulabildi. O zaman tuvaletler paralı değildi. Mustafa Figen 16 Haziran yürüyüş kolunu görünce sınıfsal duyguları kabarmış ve yürüyüşün en önünde yer almış. Kartal’dan Kadıköy’e kadar yürümüştü. O yol güzergahında sınıf düşmanı Bugün, Tercüman, Babıalide Sabah vb. gazetelerinin tabelaları indirilirken o da vardır orada. Kadıköy Kaymakamlığı işgal edilince Mustafa Figen de kaymakamın makamına oturmuş ve ‘Sosyalizm geldiği zaman yüznumara temizlikçisi Mustafa Figen kaymakam olacaktır’ demiş. Bu arkadaş bu eylemi yüzünden 1.5 yıl hapis yattı.”