20/02/2010
HAYAT YAZILARI
Ayhan Bilgen-
ayhanbilgen@yahoo.comNerem doğru ki?
Meşhur misaldir. Deveye sormuşlar, “Neden boynun eğri?” diye. “Nerem doğru ki?” cevabını vermiş.
Son üç gündür ortaya çıkan gelişmeler ve taraflarca yapılan açıklamalara bakınca, ne yazık ki kimsenin misaldeki “deve” kadar dürüst olmadığı anlaşılıyor.
Türkiye bir bütün olarak hukuk düzeni ile yüzleşmek ve köklü değişiklikler için kararlı adımlar atmak yerine, göz yumma, idare etme mantığı ile yönetiliyor. Savcı ve hakimlerin hangi koşullarda nasıl yargılanacağı konusunda yapılan tartışmalara bakın. Yasalar, herkesin anlayabileceği açıklık ve sadelikte yazılmalıdır. Peki bizde neden öyle değil? Bu masum bir kusur değil. Bilinçli bir tercih. Kişiye ve duruma göre uygulamayı şekillendirebilecek esneklikte düzenlemeler bilerek korunuyor. Malum, iç düşmanlar meselesi. Bu durumdan ne yasama organı şikayetçi oldu bugüne kadar, ne yargı çevreleri. Bu yönde bir girişimde bulunmayıp şimdi şikayette bulunanlar, ne kadar inandırıcı olabilirler?
Bendeniz, hikayenin başından beri yapılan ciddi hataları görmezden gelip, bugünün haklı tarafını aramayı doğru bulmuyorum. Erzincan savcısının İsmailağa Cemaati’ne yönelik girişimini doğru bulmuyorum. Bu davanın Erzurum Savcılığı’na devredilme gerekçesi olarak sunulan silahlı örgüt iddiasını da doğru bulmuyorum. Erzurum savsısının, Erzincan savcısına yönelik tutuklama girişimini de usulsüz buluyorum. HSYK’nın Erzurum savcısını yetkisiz kılmasını da... Erzurum savsısının, Ergenekon dosyasını İstanbul’a göndermesini de niyetine rağmen haklı görmüyorum. Hükümet adına yapılan açıklamalarda “hukuk devleti” vurgusunu da komik buluyorum, Baykal’ın “yargıya müdahale” yönündeki feryatlarını da.
Sanki bugüne kadar Türkiye’de her şey hukuk devletine uygun seyrediyormuş da sadece son günlerde yaşananlar bu duruma zarar vermiş gibi rol kesmeleri, en kötü tepki olarak yorumluyorum. Kral çıplak ve siz bunu telaffuz etmek yerine örtüyorsunuz. Sonra da ortaya çıkan tablonun verdiği rahatsızlık üzerinden tepki geliştiriyorsunuz.
Hayır baylar ve bayanlar. Ne olur bir kez olsun kendimize, halkımıza karşı dürüst olalım. Bir kez olsun içinde bulunduğumuz utanç tablosunu itiraf edelim. Bu ülkenin anayasası kökten değişmedikçe demokratikleşme yönünde hiçbir kazanım kalıcı olamaz. Siyasetin birinci gündemi, bütün riskleri göze alarak gerçekten özgürlükçü ve eşitlikçi bir anayasa yapmak olmadıkça ne kurumlar arası ne de toplumsal barış söz konusu olamayacak.
Biliyorum, işin içinde daha açılmamış kartlar var. Kapatma tehdidi var. Erken seçim ihtimali var. Var. Var... Ankara’da daha bizim aklımıza gelmeyen kim bilir ne oyunlar var. Onun için işin sonuçlarını tartışmak yerine, nerede yanlış yapmıştık sorusundan başlamak zorundayız.
Daha eskiye gitmeyeceğim. Şemdinli savcısının yaşadıklarının sorumluları hesap vermeden hiçbir şeyin doğru gitmeyeceğine inanıyorum. Benimkisi öylesine bir “batıl inanç(!)” işte. Bazılarına çok akıllıca gelmeyebilir ama bana hâlâ ahlakın belirleyiciliği önemli geliyor.
Aksi takdirde Ankara’daki “gücü yeten yetene” anlayışına teslim olmaktan başka çaremiz kalmaz. Şimdilik bu gerçeğin farkında olmakla birlikte, kendime yakıştıramadığımı ifade etmekle yetineyim.