Değişim demagojisi
AKP ve Erdoğan’ın marifetlerini savunan liberaller ve yandaş basın, “Halk değişim istiyor. Hükümet de bu değişim isteğine yanıt veriyor. Dolayısıyla hükümetin isteklerine karşı çıkmak değişime karşı çıkmaktır” propagandası yapıyor. Öyle anlaşılmaktadır ki; süreç ilerledikçe, hele de iş referanduma kalırsa, hükümet ve yandaşları, halkı “değişim isteyenler” ve “istemeyenler” diye bölerek, kendilerine karşı olanları “değişim istemeyenler” olarak ilan etmeyi kendi amaçlarına uygun görüyorlar.
AKP Hükümeti ve onun liderinin pek çok başka argümanı gibi, “değişimcilik” iddiası ve bu iddiayı bayrak edinme tutumu da yeni değildir. Tersine; Turgut Özal’dan beri, neoliberal takımı ve onlara bağlanan pek çok eski solcu ve yeni liberal, sistemin tüm karşı reform hamlelerini, “değişim”, “görülmemiş reform” olarak yutturmuş; bu doğrultuda geliştirilen politikaları da “değişim ihtiyacına verilen yanıt” olarak propaganda etmiştir. Sadece bugün, dünün Özallarının, Yılmazlarının, Tansu Çillerlerinin yerini Tayyip Erdoğan ve takımı almıştır.
Çünkü “değişim” söylemi, genel olarak statükonun değiştirilmesi, halkın istek ve ihtiyaçlarına göre “eski” ve “kötü” olanın yerine daha “yeni” ve “iyisinin” konması anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla “değişim” isteği de eskiye karşı çıkma ve eskinin yerine daha iyi olan yeniyi koymayı ifade etmektedir.
Peki, AKP Hükümeti ve çeşitli türden yandaşları için de değişim böyle mi anlaşılmaktadır?
Özal’dan beri “değişim”den kastedilen, “değiştirmek”tir. Buradaki “değiştirme”nin “değişim”le ilgisi ise sadece aynı kökten türetilmiş olmaktan gelmektedir. Politik literatürde “değiştirmek”, sadece halkın ihtiyaçları ve toplumsal ilerleme bakımından bir ilerlemeye de karşılık geliyorsa, “değişim” olarak ifade edilebilmektedir. Aksi halde; özellikle de gerici güçlerin inisiyatifindeki değiştirmeler (karşı devrimler ve restorasyon dönemlerinde devrimin kazanımları yerine eski değerlerin yeniden getirilmesi...) (*), bir değişime değil gerilemeye, “karşı değişime” karşılık gelmektedir.
Örneğin değişim adı altında uygulanan özelleştirme, kamu ağırlıklı ekonomi yerine kamu mallarının özel sektöre yağmalatılması, kamunun elindeki maddi varlıkların özel kişi ve firmalara aktarılması olarak bir değiştirmedir ama asla bir değişim değildir. Tersine; bir “karşı değişim”, “karşı reform”dur. Aynı propaganda İş Yasası, Sosyal Güvenlik Yasası, Sağlık Sigortası Yasası gibi deşikliklerle ilgili kampanyalarda da kullanılmış, ama sonuçta; çalışma koşulları daha kötüye götürülürken, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminde emekçilerin başlıca kazanımları da “değişim”, “reform” adına gasp edilmişti. Dolayısıyla yasaların “değiştirilmiş” olması, kötünün yerine iyi olanın geçirilmesi anlamına gelmemektedir. Tersine; eğer ilerici güçler, halk yeterince etkin bir politik tutum içinde değilse, egemenler “değişim” ve “statükoyu değiştiriyoruz” adına iyinin yerine kötüyü, kötünün yerine “daha kötüsünü” geçirmekten geri kalmamaktadırlar.
Son çeyrek yüzyıl, aslında bu “karşı değişimci” tutumun sayısız örneklerinin çeyrek yüzyılıdır. Çünkü bu çeyrek yüzyıl boyunca en popüler kavram haline getirilen “değişim” adına; kötü olanın iyi ile değiştirilmesi değil, kötü olanın daha kötüsüyle değiştirilmesi başlıca tutum olmuştur.
Bugün de “Halk değişim istiyor” tespiti yapan liberaller ve hükümet yandaşları, en azından halkın ihtiyaçları bakımından doğru söylüyorlar ama; yapmak istedikleri gerçek bir değişim olmadığı için de demagoji yapmaktadırlar. Örneğin, Anayasa değişikliği paketinin merkezine konan “yargı reformu” girişimi, tümüyle yargıyı hükümetlerin denetimine verme girişimi olduğu için bir değişim değil, geriye doğru bir değişikliktir.
(*) 20. yüzyılda burjuva-kapitalist değerler, politikalar yerine; emek mücadelesi ve sosyalizmin kazanımlarından yansıyan reformlarla yapılan dönüşümler yerine, 1980’lerden başlayarak liberal, piyasacı değerlerin yeniden geçirilmesi, dönüşüm, bir devrim ya da reform değil bir “karşı dönüşüm”, bir “restorasyondur”!..